Özgürlük Neden Otoriteye “Hayır” Demektir?
İnsanın tarihi, bir itaatsizlik eylemiyle başlamıştır ve bir itaat eylemiyle sonlandırılması beklenmedik bir şey değildir (Fromm, 2017, s. 9).
Eğer bir insan boyun eğer ve itaatsizlik yapmazsa, o bir köledir; eğer yalnızca karşı gelebiliyor ama itaat ediyorsa, o bir asidir (bir devrimci değildir); öfkeyle, hayal kırıklığıyla, kırgınlıkla hareket eder, bir inanç ya da ilke adına değil (Fromm, 2017, s. 12).
Vicdan kelimesi birbirinden tamamen farklı iki olguyu ifade etmek için kullanılır. Bunlardan biri, memnun etmeye istekli olduğumuz, kızdırmaktan korktuğumuz bir otoritenin içselleştirilmiş sesi olan “otoriter vicdandır”. Bu otoriter vicdan, çoğu insanın kendi vicdanlarına uyduklarında deneyimledikleri şeydir (Fromm, 2017, s. 12). Otoriter vicdandan farklı olan “hümanist, insani vicdandır”: bu, her insanın içinde var olan, dış yaptırım ve ödüllerden bağımsız bir sestir. Hümanist vicdan, insan olarak bizlerin neyin insani, neyin insanlık dışı olduğuna, yaşam için neyin yapıcı neyin yıkıcı olduğuna dair sezgisel bir bilgimiz olduğu gerçeğine dayanır. Bu vicdan, insan olarak yükümlülüğümüzü yerine getirmemizi sağlar. Bizi kendimize, insanlığımıza dönmemiz için çağıran sestir (Fromm, 2017, s. 13).
İnsan neden itaat etmeye yatkındır, karşı gelmekten neden bu kadar zordur? Devlet’in, Kilise’nin otoritesine ya da kamuoyuna itaat ettiğim sürece kendimi güvende ve korunmuş hissederim. Aslında hangi güce itaat ettiğim çok az fark eder. Bu daima, herhangi bir şekilde bir güç uygulayan ve hilekârca her şeyi bildiği, her şeye gücü yettiği iddiasında olan bir kurum ya da kişidir. İtaatim beni, tapındığım gücün bir parçası yapar, dolayısıyla kendimi güçlü hissederim. O benim yerime karar verdiği için hata yapmam; yalnız kalmam çünkü bana göz kulak olur; günah işleyemem çünkü o buna izin vermez, günah işlesem bile cezam sadece, o her şeye kadir güce dönüşün bir yoludur (Fromm, 2017, s. 14).
Karşı gelmek için kişinin yalnız kalmaya, hata yapmaya ve günah işlemeye cesareti olmalıdır (Fromm, 2017, s. 14).
Kişi, güce hayır demeyi öğrenerek itaatsizlik eylemleri yoluyla özgürleşebilir. Fakat sadece itaatsizlik yeteneği özgürlüğün koşulu değildir; özgürlük de itaatsizliğin koşuludur (Fromm, 2017, s. 15).
Fikirler, sadece fikir veya düşünce olarak öğretildiklerinde insanı çok etkilemezler (Fromm, 2017, s. 19). Oysa bu fikirler, onları öğretenler tarafından yaşanmışlarsa, öğretmen tarafından kişiselleştirilmişlerse, etten kemikten yapılmış görünüyorlarsa insanın üzerinde etkili olurlar (Fromm, 2017, s. 20).
Rahipler, kendi haline bırakılırsa özgürlükten korkacak kişileri yönetme görevini yerine getirirken bunu görev gereği, hatta şefkatle yaparlar (Fromm, 2017, s. 22).
Bertrand Russell, bir düşüncenin bir kişide somutlaşmış olsa bile, ancak bir grup tarafından somut olarak dışavurulduğunda toplumsal bir anlam kazandığını fark etmiştir (Fromm, 2017, s. 24)
İtaatsizlik derken, sadece “hayır” demek haricinde hayata karşı hiçbir yükümlülüğü olmayan “nedensiz asi”nin itaatsizliğini kastetmiyorum. Bu tür isyankar itaatsizlik, en az karşıtı, yani “hayır” demekten aciz konformist (uyumcu) itaat kadar kör ve zayıftır. Doğrulayabildiği için “hayır” diyebilen, kesinlikle kendi vicdanına ve kendi seçtiği ilkelere riayet ettiği için itaatsizlik eden kişiden söz ediyorum; asiden değil, devrimciden bahsediyorum (Fromm, 2017, s. 25).
Toplumsal sistemlerin çoğunda, itaat, en önemli erdem, itaatsizlik ise en önemli günahtır. Gerçek şu ki, bizim kültürümüzde çoğu kişi “suçluluk” duyduklarında, aslında korkuyorlardır çünkü itaatsizlik etmişlerdir. Gerçekte, düşündükleri gibi ahlaki bir sorun nedeniyle değil bir buyruğa uymadıkları yüzünden rahatsızlık duyarlar (Fromm, 2017, s. 25).
Çocuk sadece “kendini ifade eder”. Oysa yaşamının ilk gününden itibaren içi, uyumluluğa karşı kutsal olmayan bir saygıyla, “farklı” olma korkusuyla ve sürüden uzak olmanın dehşetiyle doludur. Böylece ailede ve okulda yetiştirilen ve büyük düzenin içinde eğitimini tamamlayan “düzen adamının”, fikirleri vardır ama inançları yoktur; kendini avutur ama mutsuzdur; kişisel olmayan, isimsiz güçlere gönüllü olarak itaat ederek kendinin ve çocuklarının yaşamlarını feda etmeye bile isteklidir (Fromm, 2017, s. 27).
Bu durumda, burada kullandığımız anlamıyla itaatsizlik, mantığın ve iradenin olumlanması eylemidir. Bu aslında, bir şeye karşı değil, bir şeye yönelik bir tutumdur: insanın görebilme, gördüğünü söyleyebilme ve görmediği şeyi söylemeyi reddetme yeteneğine yöneliktir. Bunu yapabilmek için saldırgan ya da isyankar olması gerekmez; gözünü açmaya, tamamen uyanık olmaya ve yarı uykuda oldukları için yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olanların gözünü açma sorumluluğunu taşımaya istekli olması gerekir (Fromm, 2017, s. 27).
Düşünür, klişelere ve kamuoyuna itaatsizdir, mantığa ve insanlığa itaat eder (Fromm, 2017, s. 28).
İnsanı geride tutan korkudur; el üstünde tuttukları inançların yanılgı olacağı korkusu, içinde yaşadıkları geleneklerin zararlı olduğunu görme korkusu, kendilerinin varsaydıklarından daha az saygın olduklarını anlama korkusu (Fromm, 2017, s. 29)
Çoğu insan heyecan verici şeyleri sevinçle, heyecanı merakla, tüketimi varlıkla karıştırır (Fromm, 2017, s. 29).
Aşıklar, şairler ve mistikler, güç peşinde koşanın bilebileceğinden daha tam bir doyuma ulaşırlar çünkü güç peşinde koşan, eğer boşluk duygusuna düşmemişse sürekli yeni bir manipülasyonla meşgulken, onlar sevdikleri şeyi muhafaza ederler (Fromm, 2017, s. 32).
Bertrand Russell için, pragmatist düşüncenin aksine rasyonel düşünce kesinliğe ulaşmak için bir araştırma değil, bir macera, düşüneni daha uyanık ve zinde tutarak değiştiren bir kendini özgürleştirme ve cesaret eylemidir (Fromm, 2017, s. 33).
Kazanacaksınız çünkü gereğinden çok kaba kuvvete sahipsiniz. Ama inandıramayacaksınız. İnandırmak için ikna etmeniz gerekir. Ve ikna etmek için ihtiyacınız olan şey sizde yok: Mantık ve mücadelenin haklılığı (Fromm, 2017, s. 36).
İktidarsız adam, bir yaşam yaratamaz, ama yok edebilir, böylelikle ondan üstün olur (Fromm, 2017, s. 37).
Refah içindeyiz ama rahatımız yok. Daha zenginiz ama daha az özgürüz. Daha çok tüketiyoruz ama daha boşuz. Daha çok atom silahımız var ama daha savunmasızız. Daha eğitimliyiz ama eleştirel yargımız ve hükmümüz daha az. Daha çok dinimiz var ama daha materyalistiz. Aslında, radikal hümanizmin manevi geleneği olan Amerikan geleneğinden söz ediyoruz ama günümüz toplumuna geleneği uygulamak isteyenlere “anti-Amerikan” diyoruz (Fromm, 2017, s. 42).
İnsanlar bürokratik olarak yönetilince demokratik süreç, bir törene dönüşür (Fromm, 2017, s. 44).
Peki, insanın ve toplumun mükemmelleşebilmesi fikrine ne oldu? Sönük bir “ilerleme” kavramına, tamamen diri ve üretken insanın doğuşunu sağlamak yerine, daha iyi nesnelerin daha çok üretilmesi görüşüne dönüştü (Fromm, 2017, s. 45).
Birey, sadece üretim alanında değil, sözde özgür tercihini ifade edebildiği tek alan olan tüketim alanında da yönetilmekte ve yönlendirilmektedir. Bir tüketim, ister yiyecek, iyim, içki, sigar, ister sinema veya televizyon programı olsun, iki amaçla güçlü bir telkin mekanizması devreye girer: birincisi, bireyin yeni mallara isteğini arttırmak, ikincisi ise, bu isteği sanayinin en karlı kanallarına yönlendirmektir (Fromm, 2017, s. 45).
Ekonomik sistemimiz insanı maddi yönden zenginleştirirken insani yönden yoksullaştırır. Batı dünyasının Tanrı’ya inanç, idealizm, manevi kaygı propagandalarına ve sloganlarına rağmen var olan sistemimiz, materyalist bir insan ve materyalist bir kültür aratmıştır. Birey, çalışma saatleri sırasında bir üretim ekibinin parçası olarak yönlendirilir. Serbest zamanları sırasında ise, nelerden hoşlanması söylendiyse onlardan hoşlanmasına rağmen kendi zevkine göre yaşadığı yanılsamasını taşıyan, mükemmel tüketici olmak üzere yönetilir ve yönlendirilir. Durmadan onu kalan son gerçeklik kırıntısından da yoksun bırakacak sloganlar, telkinler ve gerçek dışı fikirlerle kafası şişirilir. Çocukluktan itibaren gerçek inançlardan caydırılır. Eleştirel düşünce çok azdır, gerçek duygular çok azdır, böylece bireyi, yalnızlıktan ve kaybolmuşluğun dayanılmaz duygusundan ancak diğerlerine uyum sağlamak kurtarabilir. Birey kendini, kendi güçlerinin ve iç zenginliklerinin fiili taşıyıcısı olarak değil, canlı varlığını uydurmaya çalıştığı kendisi dışındaki güçlere bağımlı fakirleşmiş bir “nesne” olarak hisseder. İnsan, kendisine yabancılaştırılır ve kendi yaptığı işlerin önünde diz çöker. Kendi ürettiği nesnelerin önünde, Devlet’in önünde ve kendi yarattığı liderlerin önünde diz çöker (Fromm, 2017, s. 46).
Aslında Marx, “Tüm fiziksel ve zihinsel duyguların yerini, tüm bu duyguların kendine yabancılaşması, sahip olma duygusu aldı,” derken haklıydı (Fromm, 2017, s. 47).
Eğer sistem ona, hayatta değerli olan her şeyi giderek daha çok kaybettiğini unutmasını sağlayan, televizyondan sakinleştiricilere kadar uzanan sayısız kaçış yolları sunmasaydı, hayatın anlamsızlığına dayanamazdı (Fromm, 2017, s. 47).
Tek bir seçeneğimiz var, o da insanın tekrar makineleri denetim altına alması, üretimi bir amaç olarak değil bir araç olarak görmesi ve insanlığın gelişimi için kullanmasıdır; yoksa bastırılmış yaşam enerjileri kendilerini kaotik ve yıkıcı bir biçimde dışarı vuracaktır. İnsan, can sıkıntısından ölmektense tüm yaşamını yok edecektir (Fromm, 2017, s. 49).
Her sosyal ve ekonomik sistem, sadece nesnelerle kurumlar arası ilişkilere özgü bir sistem değil, insan ilişkileriyle de ilgilidir (Fromm, 2017, s. 59).
İnsanların kendi aralarındaki ilişkilerinde, her insan kendi içinde amaçtır ve asla başka birinin amacı için bir araç haline getirilmemelidir. Bu ilkelerden de anlaşıldığı gibi, hiç kimse, sermaye sahibi diye bir başkasına bağlı olmamalıdır (Fromm, 2017, s. 60).
Özgürlük sadece bir şeyden kurtulmak değil, aynı zamanda bir şeye erişmektir; bu, vatandaşları ilgilendiren tüm kararların alınmasına aktif ve sorumlu olarak katılma özgürlüğü, bireyin potansiyelini mümkün olan en yüksek seviyeye çıkarma özgürlüğüdür (Fromm, 2017, s. 61).
İnsan şimdiye kadar yaptığı en önemli seçimin eşiğindedir: beynini ve becerilerini, cennet olmasa bile, en azından insanın olanaklarının tamamen gerçekleşebileceği bir yer, mutluluk ve yaratıcılık dolu olabilecek bir dünya mı, yoksa atom bombası veya can sıkıntısı ve boşluk ile kendini yok edeceği bir dünya yaratmak için mi kullanacaktır (Fromm, 2017, s. 76).
Sosyalizm sadece sosyoekonomik ve politik bir program değildir; insani bir programdır: Bir sanayi toplumunun şartlarında hümanizm ideallerinin gerçekleştirilmesidir sosyalizm radikal olmalıdır. Radikal olmak, köklerin inmektir ve kök İnsan’dır (Fromm, 2017, s. 77).
Kaynak: Fromm, E. (2017). İtaatsizlik Üzerine. Ankara: Say.