Jerome S. Blackman – Zihnin Kendini Koruma Yolları – 101 Savunma

Başkalarını korkutmak – Zorbalık: Genellikle bu davranış sevilen bir şeyin kaybedilmesinden kaynaklanan kaygının doğurduğu suçluluk belasını hafifletmek için kullanılır. Knight şunu tespit etmiştir: “…saldırgan tutum, kaygılarını arttıran düşmanca tepkileri kışkırtır ve sonuç olarak daha fazla saldırgan davranışa gerek olur. Böylece berbat bir döngü kurulmuş olur(Blackman, 2014, s. 134). Fiziksel Şiddet: Kişinin kendi üzerindeki etkisini nötrlemek …

Medya ve Çocuk – Tüketim Toplumunda Çocukluğun Yitişi

Medya, toplumsal değerlerimizi dönüştüren ya da yeniden üreten bir araç olarak hayatımızın önemli parçalarından biridir. Medyanın etkisi karşısında insanların konumunu düşünürsek, toplumun en savunmasız kesimi çocuklarıdır. Çocuklar sadece medya tarafından değil, hukuki, siyasi, ekonomik alanlarda da istismara uğramaktadır. Tüketim toplumu içinde çocuk ile yetişkin arasındaki ayırt edici çizgi aşınmakta bu beraberinde çocukluğun kendisini de tüketmektedir.

Selda İçin Akçalı’nın yazmış olduğu “Tüketim Toplumunda Çocukluğun Yitişi” adlı makale, çocuk ve medya ilişkisini farklı bir boyutta ele almaktadır. Çocukluk olgusunun hızla yitirildiği önermesinden yola çıkan Akçalı, makalesi ile tüketim toplumu içinde çocukluğun yitirilişine dikkat çekmektedir.

Akçalı, Medyanın modern zamanın biçimlendirici bir aracı olduğunu vurgular. Ona göre, çocukluk olgusu, medyanın hegemonik gücünden etkilenen ve sonuçları ancak uzun vadede gözlemlenebilen bir konudur.

“Çocuklar göremeyeceğimiz bir zamana gönderdiğimiz canlı mesajlardır. Biyolojik açıdan herhangi bir kültürün kendisini yeniden üretme gereksinimini unutması tasavvur edilemez. Fakat bir kültürün toplumsal açıdan çocuk fikrine sahip olmaksızın var olması oldukça muhtemeldir. Bebekliğin tersine çocukluk biyolojik bir kategori değil, toplumsal bir kurgudur.” (Postman)

Modern toplum içinde dönüşüme uğrayan aileye yapısı, boş zamanı olmayan ve sürekli yorgun olan anne-baba figürünü ortaya çıkmasına, bu da çocuğun evdeki iletişim araçlarına daha çok yönlenmesine sebep olmaktadır. Çocuğun hayatındaki ailesi ile dolması gereken boş vakitler daha çok medyanın figürleri tarafından doldurulmaktadır.

Geçmişte çocuğa karşı gösterilen “saf ve masum” olduğu düşünülen, bu sebeple kıymetli kabul edilen ya da bu saflık sebebiyle onu eğitmenin kutsal kabul edildiği anlayış yerini “bilmesi gerekirdi” düşüncesine bırakmaktadır. Çocukların bilgisayar kullanımına okuryazarlıktan kolay adapte olmaları ve teknolojik araçları kullanabilmeleri, çocukların yetişkinler tarafından, farkında olmadan, çocuk olarak görülmesini önlemektedir.

Çocuk, çocukluğu yetişkinden ayıran güvenli bir “yaramazlık” alanına sahip olmalıdır. Bilgisayar ve televizyonun etkileşim alanına giren çocuğun kendi temiz dünyası erozyona uğrar. Çocuk dışarıdaki kirli dünyanın farkında olmadan yaşayabilmesi ile çocukluğunu yaşar. Medya çocukluk ile yetişkinlik arasındaki güvenli alanı tahrif eder.  Özellikle televizyon özel bir çaba ve eylem gerektirmeden, her kapasitedeki insana, seyirci ayırt etmeksizin ulaşabilen bir aygıttır. Televizyon toplumun ortalamasını alarak bu ortalamaya yönelik bir dille mesajlar üretir. Bu durum, ortalamanın dışında kalan toplulukların zamanla merkeze çekilmesini ve gruplar arasındaki farklılıkların belirsizleşmesine neden olmaktadır. Bu ise bir yetişkin ile aynı programı izleyen bir çocuğun kavrayış ve anlam dünyası arasındaki farkı belirsizleştirmektedir. Buna bağlı olarak da çocukların anlam dünyası da yetişkinlerin kavram-düşünce ve davranış kalıplarıyla örülmektedir.

Televizyon ve internetten yayılan şiddet ve cinsellik içeren mesajlar kısa vadede çocukta gözle görülür bir değişikliğe yol açmasa bile onların duygu – düşüncelerini etkilemekte ve davranışlarına yön vermektedir. Televizyon ve internet görüntüleri ile dolan çocuk zihni kendi düşüncelerini üretmekte zorlanmaktadır. Bu nedenle medyanın çocukta bıraktığı nörolojik ve biyolojik etkileri de göz ardı etmememiz gerekmektedir.

“Şiddet görüntülerinin uzun vadedeki sonuçları güçlü olanın haklı olduğu bir dünya imgesinin üstü kapalı kabullenişi ve bunun götürdüğü son noktada otoriter yönetimlere boyun eğme anlayışının yerleşimidir.” (Alçalı, 2004)

Çocukların çocukluğun bir gereği olarak boş zamanlarında kurulayarak hayale daldıkları bir dünya olan düşsel dünya imgelemi televizyon ve İnternet ile birlikte ortadan kaybolmaya başlamış; yerini yetişkinlerin kurgularından oluşan sanal bir dünyaya bırakmıştır. Çocuğun düşsel dünyayı kurgulayabilmesi için televizyonu ve İnterneti kapatması gereklidir.

Çocukluk kültürü; çocuğun toplum içerisinde yaşayarak öğrendiklerinin, edindiklerinin, kültürün ona kattıklarının tümüdür. Çocuk kültürünün ürünü olan çocuk oyunları modern zamanın koşullarıyla değişime uğramıştır. Geleneksel çocuk oyunları kendini topluluk içinde sınama, sorumluluk alma, yardımlaşma, paylaşma vb. toplumsallık içeren özelliklere sahipti. Günümüzde ise çocuk oyunları yarışma konusu haline getirilmiştir. Çocukları rekabete sürükleyen şans oyunları çocuğa rüyalarını süsleyen armağanlar sunarak çocuk kültürünü tahrip etmektedir.  Günümüzde çocuk kültürü medya tarafından yönetilmektedir. Çocukların okuyacakları kitaba, izleyeceği filme, dinleyecekleri müziğe kadar medya karar vermekte ve bunu çocuklara özgürlük ve çeşitlilik sunuyormuşçasına yapmaktadır.

Kaynak: Akçalı, Selda İçin. (2015). Çocuk ve Medya. Ankara: Nobel.

Medya Okuryazarlığı

Medya, içerisinde gazete kitap, dergi, televizyon, video, İnternet, cep telefonu gibi bir çok unsuru barındıran bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Medya okuryazarlığı kavramı ise büyük bir çeşitliliğe sahip olan, yazlı ve yazılı olmayan her türlü formdaki mesajları ulaştırma, bu mesajları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği olarak tanımlanır. Günümüzde medya okuryazarlığı denildiğinde medyayı çözümleme becerisinden bahsedilmektedir.

Medya okuryazarlığında amaç;

  • Medya mesajlarının doğru algılayabilme,
  • Medya mesajlarına eleştirel olarak bakabilme,
  • Medya iletilerdeki gerçeklik – kurgusallık ayrımını yapabilme,
  • Medyanın yönlendirme ve yönetme özelliğinin olduğunun bilincinde olma’dır.

Medya okur yazarlığı kaynağı her ne olursa olsun, bilgiyi değerlendirip bu bilgiyi yerinde kullanabilen bireyler olmayı ve bu bilince sahip bireyler yetiştirmeyi hedefler.

Suskunluk Sarmalı – Elisbeth Noelle Neumann

Ssuskunluk Sarmalı, Elisbeth Noelle – Neumann tarafından ortaya atılan heyecan verici bir kuram. Heyecan verici çünkü sosyal bilimlerin tüm diğer kuramları gibi anlamaya başladıkça dünyanızı daha farklı görmeye başlıyorsunuz. O zaman biraz kuramdan bahsedelim ve büyülü değişim başlasın.  

Suskunluk Sarmalını daha iyi anlamak adına bilmemiz gereken önemli noktalar var. Kuramın kurucusu, Elisabeth Noell – Neuman, 1916 Berlin doğumlu bir siyaset bilimci. Kuramın oluşumunda Almanya’daki 1965 seçimlerinin ve 70’lerdeki öğrenci olaylarının etkisi büyük. Neumann, 1965 seçimleri döneminde yaptığı çalışmalarda, seçmenlerin, tahmini oy oranları birbirine yakın olmasına rağmen son anda oylarını kazanacaklarını düşündükleri partiye kaydırdıklarını fark ediyor. Bu ise iki anlama gelmekte. Birincisi insanlar partilerin az ya da çok ilgi gördüğüne dair doğru veya yanlış bir fikre sahip. Konu hakkında gerçekleştirdiği bir dizi anket sonrasında da Neuman toplumun, kendi içindeki çoğunluk ve azınlık kanaatlerine dair bir şeyler algıladığını, çoğunluğun herhangi bir konuda taraf mı yoksa karşıt mı olduğu hakkında fikir yürütebildiğini ortaya koyuyor. İkinci önemli nokta ise insanların oylarını kazanacaklarını düşündüğü partiye kaydırması. Bu son anda gerçekleştirilen tutum değişikliğinin sebebi ise dışlanma korkusu. İnsanlar, başkalarının kendilerini dışladıklarını ve bu konudaki duyarlılıklarının aleyhlerinde kullanılabileceğini düşündüklerinde acı çekerler. Bu sebeple dışlanma korkusu, suskunluk sarmalı sürecini harekete geçiren temel güç olarak karşımıza çıkıyor. Peki nedir Suskunluk Sarmalı…

Suskunluk Sarmalı hipotezi, insanların çevrelerini dikkatle gözlemlediklerini, diğer insanların ne düşündüğünü, eğilimlerinin ne olduğunu, hangi görüşlerin yaygınlaşıp hangilerinin kabul gördüğünü algıladıklarını iddia etmektedir. Çevreden edinilen bu gözlemler, kimilerinin fikirlerini yüksek sesle açıklamasına, kimilerinin de görüşlerini yutmasına neden olmaktadır; bu durum tıpkı bir sarmal sürecindeki gibi, bazıları toplumda bütünüyle baskın çıkana, bazıları da kamu sahnesinden tamamen silinip “dilsiz” kalana dek sürer. Bu süreç ise Suskunluk Sarmalı olarak adlandırılır. 

Elisabeth Noell – Neuman, Suskunluk Sarmalı kuramında kitle iletişim araçlarının rolüne de dikkat çeker. Ona göre insanların hakim olan görüşün ne olduğunu ön görmelerinde en büyük rol medyaya aittir. Medya belli bir görüşü sürekli dile getirerek o görüşün toplumda baskın hale gelmesini ve diğer görüşlerin sahneden silinmesini sağlar. Kişiler veya gruplar kendi fikirleri başlangıçta çoğunlukta bile olsa, medyanın dillendirdiği görüşü baskın zannederek susmaya başlar ve sarmal medyanın sesi tek ses olana ve alternatif seslerde yok olana kadar devam eder.

 

 

Kaynak: Noelle-Neumann, E. (1998). Kamuoyu Suskunluk Sarmalının Keşfi. Ankara: Dost.

Siyasal İletişim – Dünyada Siyasal İletişim Uygulamaları

Erol Çankaya tarafından yazılan ve İmge Kitapevi tarafından 2015 yılında basılan Siyasal İletişim kitabının II bölümü, “Dünyada Siyasal İletişim Uygulamaları” başlığı altında ABD, İngiltere ve Fransa örneklerini sunmuştur. Teknolojinin gelişmesi ve yeni kitle iletişim araçlarının hayatımıza girmesiyle siyasal iletişim uygulamalarında çağa ayak uydurarak değişim göstermiştir. 1952 yılında Rosser Reeves televizyonun siyasal yaşamda oynayabileceği rolün bilincine …